Tarih ve Görsellik Konuşmaları serisinin üçüncü etkinliğinde Oslo Üniversitesinden Dr.İdil Çetin "Tarihsel Araştırmaların Konusu Olarak Fotoğraf” başlıklı sunumuyla konuğumuz oldu.
Program, Büşra Bulut’un moderatörlüğünde yürütüldü. Bulut, konuşmacıyı takdim ettikten sonra sözü kendisine bıraktı. Dr.İdil Çetin, fotoğraf özelinde görsellik çalışmalarına Türkiye ve Batı akademisindeki yaklaşımları aktararak konuşmasına başladı. Fotoğrafları, tarih arşivlerinde müstesna ve eşi benzeri bulunmayan şeylerden ziyade sıradan ve gündelik hayata dair olan ve dolayısıyla görünmez olan şeylerin nasıl görünür hale getirilip çalışma konusu edinilebileceğine konuşmanın ana fikri olarak ifade etti. Elizabeth Edwards’ın fotoğrafla ilgili “ham tarih” sözünden yola çıkarak; fotoğrafa yönelik yanlış iki yaklaşımdan bahsetti.
İlk olarak fotoğraftan çok fazla şey beklemek yani fotoğrafın geçmişe, hakikate açılan dolayımsız bir kapı olarak görülmesinin yan etkisi olarak; bir fotoğrafın bizim görmeyi beklediğimiz şeyi veya formu yansıtmadığında onu göz ardı etme meyilimize dikkat çekti. Fotoğrafların bir belge ve kanıt haline gelişinin tarihine vurgu yaptı. Fotoğrafları belge olarak görmeyi öğrendiğimiz için onları belge olarak gördüğümüzü ve o belge statüsüne uymayan fotoğrafları göz ardı ettiğimizi ifade etti. İkinci olarak da fotoğraftan çok az şey beklediğimiz noktalara, basına çekilen şipşak fotoğrafların okuyucu gözündeki değersizliğine değindi. Fotoğrafın sadece görselliğine odaklanıldığı için ondan çok az şey beklendiği ve maddi boyutu işin içine katıldığında ancak fotoğrafın belge haline gelebileceği düşüncesini çalışmasının iddiası olarak sundu.
Konuşmanın ilerleyen dakikalarında, fotoğrafın tarihi ve dünya üzerinde aynı anda birçok kişinin fotoğrafı keşfetmesi üzerinde durdu. Fotoğrafın icat edildiği dönemlerde ortaya çıkan başka önemli şeylerden de bahsedildi: tarihselci düşünce, pozitivizm ve sosyoloji de bu dönemde ortaya çıkmıştı; olayısıyla fotoğrafın ortaya çıktığı dönem insan öznelliğinin geride bırakılarak mutlak hakikate ulaşmaya inanılan bir dönem olduğunu ifade etti. Bu yüzden fotoğrafın gerçeğin bir yansıtması olduğu ve bir belge niteliği taşıdığını söyledi. Çetin, fotoğrafın çeşitli düşünürler ağzından tanımlarını aktardı: Roland Barthes fotoğrafla ilgili “olmuş olandır” demiş, yine fotoğrafla ilgili çokça yazıp çizen John Berger de “fotoğraf makinesi gerçekliği tercüme etmez, alıntılar” ve “fotoğraf bir yalanı alıntılayabilir ancak makinenin önündeki sahne yalan olsa dahi fotoğraf o yalanı alıntılarken bile doğru söyler, demiştir.
Fotoğrafın kanıt ve belge niteliği
İdil Çetin, fotoğrafın icat edildiği zamandan itibaren hakikat ve gerçeklik ilişkisinde etkili olduğunu, hakikatle olan bu ilişkisinin görülebileceği yerlerden birisinin fotoğrafın kanıt olarak görüldüğü yerler olduğunu söyledi. Devlet, 1880-90’lardan itibaren fotoğraflarla çeşitli arşivler ve standartlar oluşturabileceğini farkedince fotoğraf, insanların kaydı ve teşhisi için kanıt olarak kullanılmaya başlanmasıyla belge olarak kabul görmeye başladığını ifade etti. Fransız bürokrat Alfonso Bertillon’un 1880’lerde polis kayıtlarını standardize etmek için geliştirdiği sistemin bir örneği olarak 1915 Polis Mecmuası’ndan mahkumların kayıt edilişlerini standardize eden fotoğraf örnekleri gösterdi. Abdülhamid’in Yıldız albümlerinden Osmanlı’daki ilk suçlu fotoğraflarını gösterdi.
Belgesel fotoğrafçılığı ile ilgili, toplum ve gerçeklik arasında dolaysız bir bağ olduğu ve görünmeyen saklı gizli hayatları bize gösterdiğine dair algımızdan bahsetti. Belgesel fotoğrafların da belge olarak kabul edilmesinin belli şartları olduğunu, fotoğrafçının öznelliğini konuşturduğu düşüncesiyle tuhaf vechelerden çekilmiş yada fazla estetize edilmiş fotoğrafların belgesel kapsama alınmadığından bu yüzden insanlar tarafından sanata daha yakın bulunduğunu söyledi. Bu tartışmaya örnek olarak foto muhabir Sebastiao Salgado’nun 1936 Brezilya’daki meşhur Altın Madeni ve Körfez Savaşı sonlarına doğru Kuveyt’te çektiği fotoğraflarından kareler yansıttı.
Fotoğraftan çok şey beklemek
Çetin, fotoğrafların görmeyi beklediğimiz şeyleri bize göstermediklerinde onları göz ardı etmemizin bir başka örneği olarak da Romanya kökenli ve Ailesi Romanya’daki kamplara gönderilmiş olan Marienne Hirch’in aile albümünden seçtiği fotoğraflar gösterdi. Romanya’da ikinci dünya savaşı sürerken; sokak fotoğrafçılarının insanları ansızın çekip sonra kendilerine bunları sattığı söylenir. Hirch’in aile albümünde bu fotoğraflara rastladığında uzun süre bunları reddettiğini aktardı. Çünkü fotoğraftaki insanlar bir savaş ortamı için oldukça düzgün giyimli ve keyifli görünüyorlar dolayısıyla Hirch’e görmeyi beklediği manzarayı sunmadıkları için reddetme eylemine yöneldiğini ifade etti.
Fotoğraflar bize görmek istemediğimiz neleri gösterir konusu üzerine, Georges Didi-Huberman’ın Images in Spite of All adlı Naziler döneminde 5 zonder komando tarafından Auschwitz çalışma kampında çekilen 4 fotoğraftan yola çıkarak yazdığı kitaba atıfta bulunuldu. 1945 yılından günümüze ulaşan kamplarla ilgi tek görsel olan bu 4 fotoğrafı dinleyicilerle paylaştı.
Fotoğraflardan az şey beklemek ve fotoğrafların maddiliği
Konuşmanın sonlarına doğru. Osmanlı’da çeşitli gazete fotoğrafları ve gazete sayfaları gösterilerek, oluşan ölü fotoğrafçılığından bahsedildi. Bu gazetelerde yer alan fotoğraflara bakıldığında Erken Dönem Cumhuriyeti'nde basımla alakalı bir düzenlilik olduğuna, gazetelerde kimlerin şuh yazı ve fotoğraflarının olup olmayacağı ile ilgili fikir verdiğine; fotoğrafı bir repertuvar ve süreklilik olarak ele almanın sosyal gerçeklik ile ilgili çok şey söylediğine vurgu yapıldı.
Gelinen çağda ise insanların fotoğrafın gerçekliğine yönelik bakışının değiştiği 1960’lardan itibaren fotoğrafa eleştirel bakışı içeren bir literatür oluştuğundan bahsedildi. Mevcut görüş artık fotoğrafın gerçeği yansıtmadığını ve manipüle gücünün olduğuna yönelik bir yaklaşımı içerse de fotoğraf ile hakikat arasındaki ilişkinin ise sekteye uğramayıp hala bu eleştirel literatürde de yer almaya devam ettiğini, fotoğraf gerçekliğin kendisi olmasa da gerçekliğin ancak bir parçasını yansıttığı söylendi.
Son olarak fotoğrafların maddiliği konusuna değinildi. TTK Arşivleri’ndeki Atatürk’ün ve Süheyl Ünver’in bazı fotoğrafları gösterilerek, arkalarında yer alan notların fotoğrafla ilgili bilgiler içerirken görüntü ilgili bilgi içermemesi nedeniyle bu notların arşive bilgi olarak işlenmemesi fotoğrafın görselliğine verilen değere dikkat çekildi. Çetin makalesinde işlediği soru olan “arşiv, fotoğrafları belge olarak görüyor mu” sorusunu, fotoğraf arşivler için yeterince bir belge niteliğinde olmadığı şeklinde yanıtladı.
Çetin, arşivdeki fotoğrafların kataloglanmasıyla alakalı geliştirilmesi gereken noktalara değinerek dinleyicilerin sorularını yanıtladıktan sonra konuşmasını tamamlandı.
Haber: Nurcan Bayram, FSMVÜ Bilim Tarihi & PDR öğrencisi